Romantiklerin Romantiği: Robert Schumann

Kısaca Robert Schumann Kimdir?
Robert Schumann, “romantiklerin romantiği” olarak anılan, romantizmin en saf halini kalplerimize işleyen bir müzik dehasıdır. Romantik dönemdeki özgün, derin ve etkileyici sanatçılardan biri olan Schumann, özel yaşantısının yoğun duygusal fırtınalarını, Clara’ya olan büyük ve tutkulu aşkını sanatına yansıtarak; Ren Nehri’ne atlama girişimi ve sonunda bir akıl hastanesindeki trajik ölümüyle, tipik bir romantik sanatçının tüm özelliklerini taşıyan bir figür olarak öne çıkmaktadır.
Schumann’ın müziğinde, piyanonun imkanlarını ustaca kullanarak ortaya koyduğu özgün anlatım dikkat çekmektedir. Piyano için yazdığı eserlerdeki içsel zenginlik, orkestra eserlerindeki renkli ve betimleyici öğelerle birleşerek dinleyenleri hem romantizmin ince duyarlılığına hem de ele avuca sığmayan, fırtınalı ruha tanıklık etmeye davet eder. Bu sayede Schumann, bizleri akıl almaz bir duygusal yolculuğa sürükler. Schumann’ ın iç dünyasında yaşamış olduğu duygu değişikliklerini notaya aktarabilmesi, duygularını beste yaparak kendini müziğe adayarak ifade etmesi sonucunda eserlerinin bu kadar ilgi gördüğünü ve aslında hissettiğimiz bu duyguların ne kadar doğal olduğunu sanatında gayet derin bir şekilde işlemiştir.
Schumann, sadece olağanüstü bir besteci değil; aynı zamanda usta bir piyanist, yetenekli bir orkestra şefi ve etkili bir müzik eleştirmeniydi. Piyano için yazdığı eserler, senfonileri, lied’leri ve oda müziği eserleriyle romantik müzik tarihinin başlıca bestecileri arasında kendine kalıcı bir yer edinmiştir. Onun müziğinde, duyguların en uç noktalarını, insan ruhunun kırılganlıklarını ve gücünü, romantik sanatın zarif duyarlılığıyla iç içe geçmiş halde buluruz. Bu çok yönlü yeteneği, Schumann’ın klasik müziğin unutulmaz isimlerinden biri olmasını sağlar ve dinleyicilerini nesiller boyunca derinden etkiler.
Schumann’ın klasik dönemdeki unutulmaz isimlerden biri olmasını sağlar ve dinleyicilerini nesiller boyu derinden etkiler. Schumann her zaman hissettiklerini sanatına aktarmış, yaşadığı ağır olaylara rağmen eserlerindeki ince işlemelerin ve duygu yoğunluğunun yapay olmasına izin vermemiştir. Bu sayede dinleyenleri derinden etkilemiştir.
Romantiklerin Romantiği: Robert Schumann

8 Haziran 1810’da Almanya’nın Saksonya bölgesinde Zwickau’da dünyaya gelen usta besteci Robert Schumann, edebiyatla iç içe bir aile ortamında yetişmiştir. Babasının, bir yazar olmasının yanı sıra bir yayınevi ve kitap dükkanının da sahibiydi. Schumann, babasından ve döneminin önde gelen edebiyatçılarından etkilenerek genç yaşta şiir ve makale yazmaya başladı. Özellikle J.P.F. Richter’in 1763-1825 yılları arasındaki romanlarındaki alaycı üsluba hayranlık duyarak, edebi kişiliğini şekillendirmiştir. Aynı zamanda Herder, Thibauts, Hegel, Schopenhauer, Tieck ve Wackenroder etkilendiği önemli isimler arasında yer alabilir. Schumann iç dünyasını, güzelliğe sezgi yoluyla varılmasını, ilhamı, yaratıcı ruhunu, bu bağlamda daha da geliştirmiştir. Schumann’ ı anlayabilmek için etkilendiği düşünürlere bakmanın daha yararlı olacağını düşünmekteyim. 18.yy Romantizminin öncülerinden biri olan Johann Gottfried Von Herder 1744-1803 bunlardan birisidir. Herder’ in müzik anlayışına göre sanatçı esin kaynağını tabiattan alırdı. 19.yy düşünürleri bu fikirden etkilenmiştir. Jean Paul Richter’ in 1763-1825 düşünceleri Schumann için Bach kadar önemi olmuştur. Richter’ in estetik algısını‘’Flegel Jahre’’ ve ‘’Die Vorschule der Asthetik’’ eserlerinde görebiliriz. Schumann’ ı etkilendiği bir diğer eser olarak ;Wilhelm Heinrich Wackenroder 1773-1798 ve Ludwig Tieck’ in birlikte yazdıkları ‘’Phantasien über die Kunst’’ eseri olduğunu söyleyebiliriz. Hegel 1770-1831 ve Schopenhauer de Schumann’ ı etkileyen filozoflardandır. Hegel’ e göre realite güzelliktir. İnsan güzelliği yaratamaz fakat güzelliği sevgi yoluyla keşfeder. Aynı aşk gibi. Hegel’ e göre müzik yada sanat duyguların idealize edilmesidir. Onlara göre müzik sonsuz duyguların ifadesidir. Özellikle piyano eserleri göz önünde bulundurulduğunda Eusebius ve Florestan ile kendini yaratmış çeşitli ruh durumlarının en betimleyici unsurlarıdır. İlkokul yıllarında ilk bestelerini yazmaya başlayan Schumann, edebiyata olduğu kadar müziğe de derin bir tutku ve içtenlikle yaklaşıyordu. Şiir, roman ve tiyatroya olan yakın ilgisi, ileride müzik ile sözleri titizlikle birleştirerek kuracağı romantik ve zarif bağa büyük katkı sağlayacaktı. Babasının vefatının ardından, annesinin isteği üzerine 1828 yılında Leipzig Üniversitesi’nde hukuk okumaya başladı. Schumann hukuk okumayı hiçbir zaman istemedi. Hukuk okumasına rağmen müziğe olan ilgisi de asla azalmadı; bu yolculuk, onun ileride müziğe olan bağlılığını derinleştirecek ve onu ölümsüz bir besteci yapacak sürecin başlangıcıydı. Üniversite derslerine girmek yerine, zamanını müzisyenler, edebiyatçılar ile geçirdiği soylenirdi. Bu çevrenin sanatsal ruhu, Schumann’ın yaratıcı gücünü daha da körükledi ve onu müziğe derinden bağladı. O dönemde tanıştığı ünlü piyano pedagogu Friedrich Wieck (1785-1873), Schumann’ın yeteneğini fark etti ve onu öğrenci olarak kabul etti. Schumann, Wieck’in evine yerleşerek eğitime başlamaya karar verdi; bu karar, hayatını değiştirebilecek önemli bir dönüm noktası oldu. Wieck’in rehberliğinde piyano tekniğini geliştiren Schumann, aynı zamanda ruhsal olarak da derinleşti, öğrendiği farklı tekniklerle çalışmalara başladı. 1828-1829 yıllarında Schumann, edebiyat ve müziğinin ulaştığı büyük aşkı birleştirerek Papillons (Kelebekler) adlı piyano süitinin ilk içeriğini bestelemeye başladı. Schumann, Papillons (Kelebekler) adlı piyano süitini, özellikle sevgilisi Clara Wieck (sonraki eşi) için yazmamıştır; ancak bu eser, bir anlamda Clara ile ilişkisini ve onun etrafındaki duygusal karmaşıklığı da yansıtmaktadır. Papillons, 1829-1831 yılları arasında yazılmıştır ve Jean Paul’un romanı Flegeljahre (Yılgın Yıllar) adlı eseriyle bağlantılıdır. Schumann, Jean Paul’un eserindeki hayalperest, romantik atmosferden ilham almıştır. Papillons bir bakıma Schumann’ın duygusal dünyasını, içsel çatışmalarını ve hayal gücünü yansıtır. Eserin adındaki “kelebekler,” özgürlük ve uçuş hissi veren bir metafor olarak, Schumann’ın bu dönemdeki duygusal ve entelektüel yolculuğunu simgelemektedir. Eserin yapısı ve teması, aynı zamanda genç bestecinin müziğe olan tutkusunun bir ifadesi olarak da görülebilir. Bununla birlikte, Schumann bu dönemde Clara’ya olan derin ilgisini ve aşırılığını içeren bir dizi mektup yazmıştır, ancak Clara ile evlenmeden önce bu eser doğrudan ona ithaf edilmemiştir. Yine de, Papillons’ daki romantik ve duygusal derinlik, Clara ile olan ilişkisinin etkisini dolaylı olarak yansıtır. Bu dönemde ayrıca, müziğin kazandığı aşkı ve tutkusunu yansıtan bu ilk lied denemeleri, Schumann’ın sonradan romantik Alman lied geleneğine yapacağı katkıları da beraberinde getirecektir.

Wieck’in evinde kaldığı yıllar, Schumann için çok özel biri olan Wieck’in yetenekli kızı Clara ile de tanıştığı yıllardı. Clara, Schumann’da kalıcı bir iz bırakacak, ona derinden güçlü ve ilham kaynağı olacak bir isimdir. Schumann’ı tanıdığı zaman henüz dokuz yaşında olan Clara, babası Wieck’in sıkı eğitiminden geçerek sıkı bir piyano virtüözü olmaya hazırlanıyordu. Almanya’nın çeşitli kentlerinde konserler veriyor, orkestralarla birlikte konçertolar çalıyordu. Küçük yaşta büyük bir ün kazanan Clara, Schumann’ın kalbine yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı. Clara’nın müzikteki performansı ve sahnedeki zarafeti, Schumann’ı hem müzikal olarak hem de duygusal olarak onunla derin bir bağ kurmasını sağlamıştı. Schumann, Clara’nın gelişimini izlerken ona büyük bir hayranlık duymaya başladı. Belki de Schumann, Clara’nın müziğe olan tutkusunda kendini bulmuştu; aynı tutkuyla dolup taşan, sanata adanmış iki ruh, aynı evde, aynı piyanonun başında, benzer hayalleri paylaşarak büyüyordu. Schumann, 1830’un ilkbaharında içindeki huzursuzluk ve belirsizliği geride bırakmaya karar vererek Heidelberg’e taşınır. Heidelberg Üniversitesi’nde hukuk profesörü Justus Thibaut’un müzik üzerine yaptığı çalışmalar, onun iç dünyasında bir kılavuz yaratır. Schumann’ın kalbi müzikle çarpmakta ve tüm kalbiyle müziğe yönelmeye devam etmektedir. Hukuk alanındaki kalite, onu tatmin etmekten çok uzak bir standarttır. Ancak annesini müziğe olan tutkusu konusunda ikna etmek o kadar kolay değildir. Annesinin gözünde müzik, henüz belirsiz ve ona göre belki de bir gelecek olmayan bir yol gibi görülüyordu. Schumann, annesinin yeteneklerini kabul etmesini ve desteklemesini sağlamak için büyük bir çaba harcamaktaydı. Bu zorlu süreç sonunda Schumann, öğretmeni Friedrich Wieck’e başvurur ve annesine bir mektup yazmasını ister. Wieck, mektubunda Schumann’ın büyük bir disiplinle çalıştığını sadece piyanoda değil, müzik alanında olağanüstü bir yetenek gösterdiğini anlatıyordu. Mektupta, eğer Schumann sıkı bir çalışma düzenine sahip olursa, iyi bir piyanist olacağına dair inancını belirtir. Bunun yanı sıra, müziği meslek olarak seçmesi için annesinin onayını talep eder. Bu mektup, Schumann için adeta bir umut ışığıdır. Bu yeni başlangıç, Schumann için sadece bir eğitim dönemi değil, aynı zamanda bir dönüşüm sürecidir. Daha önceki gibi sadece piyano tekniği üzerine değil, aynı zamanda müzik teorisi ve kuramları üzerine ciddi çalışmalara başlar. Bu süreç yalnızca bir piyanist olma yolunda değil, kendini bulma yolunda ilerliyor. Her gün kendini piyanonun başında, notaların arasında buluyor ve farklı birer müzikal ifade olarak hayata geçiriyordu. Her geçen gün, müziğe olan aşkı daha da derinleşti. Artık sadece çaldığı notalar değil, aynı zamanda içindeki duygular, hayaller ve umutlar da müziğiyle hayat buluyordu. Schumann’ın bu dönemdeki kararlılığı, sadece bir müzik eğitimi değil, aynı zamanda ruhsal bir gelişim süreciydi. Her geçen gün, müzikle olan ilişkisi daha güçlü ve daha derin bir hâl almaya başladı. Artık müzik onun için sadece bir meslek değil, onu anında elinde bulunduran bir aşk, bir tutkudur. Friedrich Wieck, zamanının çoğunun kızı Clara ile Avrupa turnelerinde geçirmektedir. Bu nedenle Schumann ile yalnızca iki ay süren bir çalışma dönemi geçirebilmiştir. Bu kısa süre boyunca Schumann’ın müzik kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuştur, çünkü bu durum, onu yalnızca piyano eğitimiyle değil, aynı zamanda kompozisyon alanında da kendi başına çalışmasını sağlamıştır. Schumann, eğitimdeki eksiklikleri kendi azmi ve çabasıyla harekete geçirmeyi denemiş ve bu sayede kendini bir besteci olarak yetiştirmiştir. Bu süreç, onun müzikal dili ve yaratıcı gücünü daha da belirginleştirilmiştir. Bu nedenle Schumann’ın kendi kendini yetiştirme alanında bir otodidakt (kendi kendini yetiştirmiş kimse) olarak kabul edebiliriz. Schumann’ın kariyerindeki bu önemli dönüm noktası, fiziksel olarak da büyük bir zorluklarla birlikte gelmekteydi. Sağ elinin dördüncü parmağını hareket ettiremez hâle gelmesi, onun piyanistlik kariyerini tehdit eden ciddi bir engel oluşturmuştu. Bir süre sonra, sakatlık nedeniyle piyanist olarak hayatını idam ettiremeyecek hale gelecekti. Bu durumla ilgili birçok söylenti bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre, Schumann 1828-1829 yıllarında frengi hastalığına yakalanmış ve bununla birlikte kullanılan sistemler sakatlanmaya yol açmıştır. Diğer bir söylenti ise, Schumann’ın parmaklarını çalıştırmak için kullandığı özel bir aygıt nedeniyle sakatlandığı söylenmişti. Bu aygıt, sağ elinin dördüncü parmağını bağlayarak diğer parmaklarıyla çalışmasını sağlamak amacıyla kullanılmaktaydı, ancak bu cihaz parmak üzerinde uzun vadeli olumsuz bir etki bırakmıştı. Sonuç olarak, Schumann piyanistlik kariyerinden vazgeçmek zorunda kaldı ve müzikle olan bağını başka bir şekilde sürdürmeye karar verdi. Bu, onun yazarlık kariyerine yoğunlaşmaya başlamasına neden olmuştur. Piyanistlik hayalleri, yazarlıkla yeni bir yolculuğun başlangıcı olmuştur. Bu dönemde Schumann kompozisyon alanında kendi kendini geliştirmeye başlamıştır. Bu arada, Schumann’ın müzikal gelişimi, dönemin önemli bestecileri ve yorumcularıyla bir araya gelerek kompozisyon ve biçim kuramı üzerine tartışmaların yapılmasına olanak sağlamıştır. Berlioz, Chopin, Mendelssohn ve Moscheles gibi dönemin en saygın müzikal figürleriyle tanışmış ve sohbetler etmiştir. Bu etkileşimler, Schumann’ın müzikal düşünce tarzına büyük katkı sağlamıştır. Onun müziği, yalnızca teknik değil, aynı zamanda duygusal ve entelektüel derinlik açısından da bu dönemin en parlak örneklerinden biri olmuştur. Schumann’ın ilk yayımlanan bestesi Abegg Çeşitlemeleri, onun müziğindeki gelişmiş yaklaşımını yansıtan önemli bir eserdir. Bu eser, bir genç kızın adındaki harflerin nota karşılıklarıyla oluşturulan bir tema oluşturur. La/Sib/Mi/Sol/Sol notalarla ilişkilendirilmiş ve bu notalar üzerinden yaratıcı bir çeşitleme oluşturulmuştur. Bu, Schumann’ın müzikal anlamda düşünce yapısının ne kadar özgün ve derin olduğunu gösteren ilk örneklerden biridir. Aynı yıl, 1831’de Schumann, senfonik bir bölüm ve diğer küçük piyano parçalarıyla müzikal üretimine devam etmektedir. Bu dönemde Schumann’ın müzikal dünyasında eserlerde daha büyük bir yapısal derinlik ortaya çıkmaya başlar.
1834’te yazdığı Carnaval adlı piyano parçaları, onun en önemli yapıtlarından biri haline gelir. Bu eser, onu bir parçada farklı karakterler ve kişilikler tasvir ederek bir dizi sanatsal portreyi müzikle anlatır. Carnaval, aynı zamanda Schumann’ın müzikteki çok yönlülüğünü ve yaratıcı zekasını ortaya koyan bir başyapıttır.1834’te Schumann, Wieck’in on yedi yaşındaki piyano öğrencisi Ernestine von Fricken’e aşık olur. Bu duygusal ilgi, Schumann’ın Ernestine’nin yaşadığı küçük Bohemya kasabası Asch’ın harflerini notaya uydurmasıyla ortaya çıkar: La/Mi bemol/Do/Si. Schumann burada İtalyan operalarındaki değişik karakterlere yer verir. Pierrot: Hüzünlü soytarı. Arlequin: Saray soytarısının tersi (komik ve akıllı). Coquette: Marifetli, rüküş. Pantalon et Colombine: Kavgacı yaşlı kişi ile akıllı genç hizmetçi kız. (kavga eden sevgililer) şeklinde ifade eder. Burada maskeli baloyu anlatır. Çeşiti dans melodileri balonun ilerlediğinin gelişip büyüdüğünün işaretidir. Schumann, Ernestine ile evlenmeyi hayal ederken, ona olan aşkını müziğiyle ifade etmeye çalışmıştır. Ancak bu aşk kalıcı olmayacaktır. 1835’te Schumann, Wieck’in kızı Clara’ya ilgi duymaya başlar. Clara, henüz altı yaşında olmasına rağmen müziği ve yeteneğiyle Schumann üzerinde büyük bir etki bırakır. Bu yeni duygusal değişim, Schumann’ı Ernestine ile olan ilişkisini sonlandırmaya zorlar ve Clara’ya olan ilgisi, hayatında ve müzik kariyerinde önemli bir dönüşüm başlatır. Schumann’ın duygusal ve müzikal dünyası arasında sürekli bir iletişim vardır. Müzik, onun için sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda içsel dünyasını ve duygusal deneyimlerini ifade eden bir yol olmuştur. Bu dönemlerdeki çalışmalarda aşk, hayal gücü, tutku ve ayrılık gibi temalar sıklıkla işlenir.1834 yılında Schumann, Almanya’nın müzik dünyasında önemli bir yer edinecek olan NeueZeitschrift für Musik adlı derginin editörlüğüne başlar. Bu dergi, günümüzde bile yayımlanmakta olup, Schumann’ın o dönemki müzik eleştirilerini, dönemin genç yeteneklerine olan bakışını açısını yansıtıyor. Schumann, yazılarında dikkat çekici analizler yapmış, ancak eleştirilerinde kişisel ve önyargılı yaklaşımları nedeniyle genel bir eleştirmen olarak kabul edilmemiştir. Özellikle Chopin ve Brahms gibi sanatçıları erkenden fark ederek parlatmaya çalışmıştır. Schubert’in Büyük Do Majör Senfonisi ve Berlioz’un Fantastik Senfonisi hakkında kaleme alınmış yazılar da müzik tarihinde değerli bir belge niteliğindedir.Bu dönemde Schumann, Çocuk Sahneleri, Kreisleriana ve Fantezi Parçaları gibi kendine özgü karakter sıralaması içeren “mozaik” yapıtlarını bestelemeye devam etmiştir. Ancak 1830’ların sonuna doğru hem annesinin hem de yakın dostu Ludwig Schunke’nin ölümü Schumann’ı derinden sarsar. Ama bu süreçte bir yandan da sevgilisi Clara Wieck ile evlenebilmek için mücadele etmeye başlar. Clara’nın babası Friedrich Wieck, bu evliliğe kesinlikle karşı çıkar ve kızını Schumann’dan uzaklaştırarak görüşmelerini yasaklar. 1837 yılında evlenme kararı alsalar da, Wieck’in engellemeleri nedeniyle uzun süre ayrı yaşamak zorunda kalırlar.Franz Kafka’nın Babaya Mektup adlı eserinde dediği gibi, “Senin omzunda ağlayamadığım için yazılarımın omuzunda ağlıyorum,” beni derinden etkileyen bu ifadesi Schumann için de geçerli olacak; Clara ile görüşemediği zamanlarda Clara’nın omzunda değil, eserlerinin omzunda ağlayacaktır.1838’de Viyana’da Neue Zeitschrift topluluğuyla bir süre geçiren Schumann, Clara’nın Dresden de olması sebebiyle bir süreliğine görüşemezler. 1840 yılına gelindiğinde, Schumann ve Clara ancak mahkeme kararıyla evlenebilirler ve bu evlilikten sonra Friedrich Wieck dört yıl boyunca çiftle tüm bağını koparır. Bu süreç, Schumann’ın yaşamında büyük bir duygusal etkiye sahip olup, eserlerine da yansımaktadır.Schumann, Clara ile evliliğinden hemen sonra, 1840 yılında gözle görülür bir şekilde kendini gösterir. Evliliğinin getirdiği mutluluk, ona büyük bir ilham kaynağı olur ve bu dönemde yaklaşık 150 şarkı besteler. Bu parçaların çoğunda, kişisel olan, aşkını ve içsel dünyasını ifade eden semboller bulunur. Bir Kadının Hayatı ve Aşkı adlı lied dizisi, Clara’ya hissettiği derin sevgiyi yansıtırken, Bir Şairin Aşkı adlı başka bir lied dizisinde kendi aşk hikayesi anlatılır.1841 yılı ise Schumann’ın senfonik eserlerine odaklandığı bir dönem başlar. İlk senfonisinin prömiyeri Felix Mendelssohn tarafından yönetilir; eser, ortalama bir ilgiyle karşılanır. Ancak Clara, onu daha büyük çapta senfonik eserlerin en iyi şekilde ele alınması için cesaretlendirir. Bu teşvikle Schumann, iki senfoni daha besteledikten sonra, Clara için piyano ve orkestra için bir eser kaleme alır. Bu eserin ilk bölümünü, daha sonra 1845’te tamamladığı ünlü Piyano Konçertosu’nun başlangıcını oluşturur ve dönemin önemli piyano konçertolarından biri olarak müzik tarihindeki yerini alır. Clara’nın desteği, Schumann’ın müzikal vizyonunu genişletirken, romantik müzik türüne olan katkılarını daha da derinleştirmiştir.1842 yılı, Schumann’ın oda müziği yılı olur. Yaylı çalgılar için dörtlüler ve piyanolu oda müziği eserleri besteler. Özellikle piyanolu beşlisinde, bir piyanist-besteci olarak piyanonun ifade gücü en üst seviyeye taşınır. Ancak bu süreçte ünlü bir piyanist olarak konser turnelerinde olan eşi Clara’nın gölgesinde kalmaktan dolayı içsel bir kırılganlık yaşar. Clara ile birlikte seyahat etmek yerine evde kalıp besteler yapmayı tercih etse de yalnız kaldığında derin bunalımlar yaşar.1843 ise Schumann’ın koro müziğine yöneldiği bir yıl olur. Goethe’nin Faust eserinin bazı bölümlerine müzik yazar. Bu arada, dostu Mendelssohn’un Leipzig Konservatuvarı’nda bulduğu öğretim üyeliğinden istifa eder. Clara, o sırada Rusya’da uzun bir konser turuna çıkarken Schumann ağır bir bunalıma girer ve sık sık nöbetler geçirir. 1844 yılında daha huzurlu bir yaşam arayışıyla Dresden’e taşınırlar ve burada beş yıl geçirirler. Bu dönemde, Clara hem eşinin tedavisiyle ilgilenir hem de onun müziğiyle olan bağlılığı ve yeteneklerini geliştirmesi için destek olur.1845 yılı sonunda Schumann’ın ünlü Piyano Konçertosu ilk kez seslendirildi. Aynı dönemde çocuklar için eserler, oda müziği parçaları ve Genoveva operası üzerinde çalışmaya başlar. Bu dönemde derginin editörlüğünden, 1849 yılında Düsseldorf’ta orkestra şefi olarak göreve başlar. Genoveva operası, Temmuz 1850’de Leipzig’de sahneye konur, ancak büyük bir başarı sağlanamaz. Buna rağmen Genoveva, Schumann’ın dramatik anlatım gücünü gösteren önemli bir çalışma olarak kabul edilir. Bu yıllar, Schumann’ın hem müzikal üretkenliğinin kalıcılığına hem de içsel bilgileriyle mücadele ettiği karmaşık bir dönem olarak öne çıkar.

1850 yılının Eylül ayında Schumann ve ailesi Düsseldorf’a taşındı. Bu yeni başlangıç, Schumann için oldukça verimli bir yaratım sürecinin de habercisiydi. İlk aylarında Çello Konçertosu ve Ren Senfonisi gibi önemli eserlerini bestelemişti. Ancak Schumann’ın orkestra şefi olarak sergilediği bir performans, yönetim tarafından fazla “düzensiz” ve “savruk” olarak nitelendirildi. Orkestra ve koro üyeleri de onun yönetim tarzından rahatsız olduklarını dile getirdiler. Bu olumsuzluklar, Schumann’ın zaten hassas olan ruh halini daha da derinden etkiledi.1852-1853 yılları, Schumann’ın ruhsal olarak giderek kötüleştiği dönemlerdi. Artan bunalımları ve derin çöküntüsü, yaşamını daha da zorlaştırdı. 1853 yazında kısa bir süreliğine yeniden yaratıcı bir döneme girdi; bu dönemde genç Brahms ile tanıştı. Henüz 20 yaşında olan Brahms, kısa sürede Schumann ailesine yakın bir dost ve destekçi haline geldi. Schumann’ın yeteneğini tanıyan ve ona derin bir hayranlık duyan Brahms, bu dostluğu büyük bir vefa ile sürdürdü.Ancak Schumann’ın ruhsal sağlığı, bu dostlukların desteğiyle bile düzeltilemeyecek kadar bozulmuştu. Bazı söylentilere göre Clara ile Brahms ın aralarında romantik bir ilişki vardı. Bunu öğrenen Schumann’ın daha da psikolojisi bozulmuştu. Artan halüsinasyonları ve gerçeklikten uzaklaşması, görevini sürdürebilmesini imkansız hale getirdi. 1854 yılına gelindiğinde, zihinsel çöküşü öyle bir hal aldı ki, sık sık sanrılar görmeye başladı. Şubat ayında, içindeki karanlık hislere yenik düşerek Düsseldorf’ta Ren Nehri üzerindeki bir köprüden atlayarak intihara teşebbüs etti. Fakat kurtarıldı ve Bonn yakınlarındaki bir akıl hastanesine kaldırıldı. Burada, hayatının son iki buçuk yılını geçirecekti. Akıl hastanesindeki günleri Schumann için hem acılı hem de yalnız geçti. Mektup yazabilecek ve küçük besteler yapabilecek kadar toparlanmış olsa da, duygusal dalgalanmaları o kadar yoğundu ki, doktorlar Clara ile görüşmesini yasakladılar. Onunla buluşma arzusuna rağmen, giderek derinleşen bu tecrit süreci, Schumann’ın kendisini iyice yalnız hissetmesine neden oldu. Bu süre zarfında Clara’nın özlemiyle yanıp tutuşmasına karşın, giderek zihinsel sağlığını kaybetti ve sonunda yakın dostları Brahms ve Joseph Joachim gibi tanıdık yüzleri bile hatırlayamaz hale geldi. Schumann, 29 Temmuz 1856’da, Bonn yakınlarındaki Endenich’teki akıl hastanesinde hayata gözlerini yumdu.
Onun ölümü, eşi Clara ve dostlarını derin bir yas içinde bıraktı. Clara, Schumann’ın eserlerini yaşatmak adına büyük çaba sarf etti; Avrupa genelinde verdiği konserlerde Schumann’ın bestelerini çaldı ve onun mirasını tanıtmak ve korumak için yorulmadan çalıştı. Schumann’ın yaşamı boyunca çektiği acılar, sanatına yansımış ve müziğinde derin bir melankoli yaratmıştı. Eşi Clara’nın ise, onun ardında bıraktığı bu güçlü mirası sahiplenmesi ve devam ettirmesi, Schumann’ın sanatsal değerinin bugüne kadar yaşamasını sağladı.Clara Josephine Schumann, 1819’da dünyaya gelip 1896’da hayata veda etti. Eşinin ölümünden sonra, yaklaşık 40 yıl boyunca Avrupa’da konser turnelerine devam etti ve Schumann’ın eserlerini tanıtmayı bir görev bildi. Her fırsatta bu eserleri çalarak onun sanatsal mirasını yaşattı, aynı zamanda eserlerin yayımlanması için de büyük çaba harcadı. Clara’nın piyano tekniği, o dönemde yaygın olan virtüözite gösterisinden çok farklıydı. O, çaldığı eserin derinliğini ve duygusunu yansıtmaya odaklanan bir tarz benimsemişti; bu da dinleyicileri üzerinde daha anlamlı ve özel bir etki bırakıyordu.Konserlerinde sadece Schumann’ın değil, Bach, Mozart, Beethoven, Chopin ve Brahms’ın da eserlerine yer verirdi. Robert’in ölümünden sonra derin bir yas sürecine girdiği bilinir; sahneye her çıktığında koyu renk giysiler giymeyi tercih ederdi, bu da içsel yasını dışa vuran bir simge haline geldi. 1853’ten itibaren Johannes Brahms ile arasında yakın bir dostluk oluştu ve bu bağ ömür boyu sürdü.Brahms, Clara’ya hem manevi destek oldu hem de aralarındaki sanatsal etkileşim, her ikisinin de kariyerine derin izler bıraktı. Clara Schumann, yalnızca Schumann’ın eserlerini tanıtmakla kalmadı, kendi müzikal üretimlerini de sürdürdü. Piyano için oda müziği eserleri, piyano konçertosu ve bazı şarkılar besteleyerek, 19. yüzyılın nadir kadın bestecilerinden biri olarak iz bıraktı. Onun sanatsal mirası, sadece bir piyanist olarak değil, aynı zamanda besteci kimliğiyle de klasik müzik dünyasında derin bir saygıyla anılmasını sağladı.






Feridun Karadağ
Kasım 16, 2024Çok etkilendim. Bu kadar detaylı ve güzel anlatılabilirdi ancak. Ellerine ve emeğine sağlık. Başarılar dilerim.